Sabah 5 ve Kajmer



               

 Sabah 5 ve Kajmer 

Yazdığından çok okumayı düşündü. Yazmak eyleminin hazzını ancak çok okuyarak alabilirdi. Bunun farkına vardığında, kendini aptal gibi hissetti. Fakat hiçbir şey için geç değildi.

Odasındaydı, Sagopa Kajmer’den ‘Hep Taarruz Var’ı dinliyordu. Kendisini beat’e ve şarkının liriklerine o kadar kaptırmıştı ki, karşısındaki duvarı göremez olmuştu. Dalgınlığının farkına vardı sonra. Büyüdüğünü veya yaş aldığını hissetti. Doğum günlerini pek önemsemezdi. Sanırım, insan büyüdüğünü, dalgınlıklarının ve dağınıklıklarının farkında olduğu an anlıyor, diye düşündü.

Bir kahve içme gereksinimi duydu. Odasının kapısını açıp mutfağa yöneldi koridordan. Büyük bir cezve bulup içini su doldurdu. Tüpe yerleştirdi cezveyi. Sonra kupa bardağına üçü bir aradayı koydu. Odasına yöneldi hemen. Saçlarıyla ilgilendi. Duvara baktı.

‘‘Senin beni dinlemediğin gün, Emrah Serbes hapse atıldı, suçunu itiraf ettiği için. Senin beni dinlemediğin gün...  O gün pek iyi değildim. Sonra kısa kısa öykü yazma isteği doğmuştu içimde. Senin beni dinlemediğin gün, bir sürü öykü yazmak istemiştim.’’

Suyun kaynadığını düşünüp hemen mutfağa yöneldi. Koridorda ilerlerken kardeşinin, Kemal Sunal’ın bir filmini izlediğini fark etti. Kendisi uzaktan duymasına rağmen sesleri, tebessüm ediyordu. Kardeşi gülmüyor, sadece zaman geçirmek için izliyor gibiydi. Farklı düşündü, kardeşini anlamaya çabaladı. ‘‘Acının tamamen içinde olmak, Kemal Sunal’ın filmlerine gülememektir,’’ diye düşündü. Kahvesini yapıp yeniden odasına geldi. Masasına geçti, karşısında kendisinin seçimlerinden oluşmuş kitaplar vardı. Kitaplara uzun bir süre baktı. Bir şeylerin değişebileceğini fark etti.

Kendisi ile konuşmak en sevdiği şeylerden birisiydi. Yaklaşık bir hafta önce Suç ve Ceza’yı okumaya başlamış ve bugün bitirmişti. Kahvesinden bir yudum çekti, kendisiyle konuşacağı için heyecanlıydı. Yüzünü iki eliyle ovuşturdu ve şunları dile getirdi:

  ‘‘Suç ve Ceza’yı okurken Dostoyevski ile aynı şeyi düşündüğümü fark ettim. Diyalog şuydu : ‘Ne iş yapıyorsun sen?’ dedi Nastasya. ‘Düşünüyorum,’dedi Raskolnikov. Ne kadar basit gibi görünse de, Dostoyevski ile aynı şeyi düşünmüşüm. Ben de bunu düşünmüştüm bir zamanlar. Aslında basit fikir, kelime veya cümle  yokmuş. Yerine uygun olmayan şeyler varmış. Bir fikir, cümle veya bir kelime nasıl basit olabilir? Dünden beri kendimi garip hissediyorum…
Yani ben şunu anladım: Suç ve Ceza gibi bir yapıtı yüksek dozda empati ile okuyacaksanız, olacakları önceden düşünmelisiniz. Ben bunu hesaba katmamıştım.”


Rewhat’ın Güldür Yüzümü adlı karikatür kitabına uzandı. Gülmek istiyordu biraz. Fakat hangi karikatüre baksa gülemiyordu. Yerine bıraktı kitabı geri. Madem duygusalım diye düşündü. Emrah Serbes’e ve Murat Menteş’e, sonra da Ali Lidar’a bakmayı denedi. Erken Kaybedenler’i aldı eline. Şampiyon takımın en iyi oyuncusunun kupa tutuşu gibi tuttu kitabı elinde. Kitaplardan başka kimsesinin olmayışını düşündü. Altını çizdiği yerlere baktı. Sonra Ruhi Mücerret’i ve Tesirsiz Parçalar’ı aldı.
Sagopa Kajmer’den Kötü İnsanları Tanıma Senesi çalıyordu. ‘Benim bir kitaptır arkadaşım, muhabbeti yarım kalır,’ sözü geçti şarkıdan.


Sabahlamayı düşündü. Uyumak eyleminin, yorgunluk, hâlsizlik ve aptallıktan başka bir şey katmadığını, kendisiyle konuşmanın ona daha iyi geleceğini biliyordu.
 Akşam oldu ve yemek için sofraya çağrıldı. Yemek yenildi, üstüne çaylar içildi. Hiç sevilmeyen dersin bitmesiyle ivedi bir şekilde sınıftan çıkan öğrenci gibi, oturma odasından çıktı ve kendi odasına gitti. Eline bir kitap alıp, duvara bakarak konuşmayı çok severdi. Sükûnetle içli dışlı olmak için iyi bir zamandaydı. Ellerini açtı, duvara baktı, soluna döndü, pencere ve görünen simsiyah gökyüzü vardı. Gözlerinin damarları, kilit taşlarının bir diğer kilit taşına sınırı gibi olmuştu. Doğruldu, bir şey eksikti. Işığı kapatmayı düşündü. Işığı kapattığı an, içi öyle bir huzura ermişti ki…

‘‘Sana sığındıkça Allah’ım, vücudum eski güzelliğini yeniden kazanıyor. Ruhum biraz daha uyum sağlıyor aklıma. Bir de Allah’ım, yorgun oluşum yerini zinde bir insana bırakıyor. Geçenlerde tek başıma yürüyordum. Uzun bir yol vardı önümde, fazla araba geçmiyordu ve insanlar yoktu. Kendisiyle konuşmayı seven bir insan için ideal bir mekândı. Allah’ım, ben orada, tam her şey sükût halindeyken, ‘koskoca şehrin şu yolunda bir ben varım!’ diye bağırdım.  Ve kimselerin olmayışı, söylediğim şeyi o kadar anlamlı kılmıştı ki…’’

Masaya yöneldi ve hemen Aylak Adam’ı aldı. Sayfa sayısına baktı,  yüz doksan sayfa, yaklaşık iki yüz sayfaydı. Sabahlayacağı aklına geldi ve hemen okumaya başladı.  Bir yandan da Kajmer çalıyordu. Roman, hikâye okurken Kajmer’i dinlemek onu iyi hissettiriyordu.
Uzun bir süre sonra kitabı okumayı bıraktı.
 Zaman öyle bir geçmiş ki, hiç farkında olmamıştı. Saat beşe geliyordu. Kulaklığını aldı, telefona taktı ve Kajmer’den Tadı Yok ‘u açtı. Son sesle, bütün benliğiyle dinlemeye başladı. Ölüm temalı bu şarkının melodisi insana yine ölümü hatırlatıyordu. Derken ağlamaya başladı, ayağa kalktı, gökyüzü sanki o, bu şarkıyı dinleyecek diye parçalı bulutlu siyah-beyaz görünümündeydi. Ölümü hatırlatan görüntüler, diye düşündü. Renkler, sesler, tatlar… Nakarata geldiğinde, yere yığıldı.


Kalktı yığıldığı yerden, günlüğe yöneldi. Bilgisayarın ekranından yansıyan ışığı günlüğüne yaklaştırdı. Bu zamanda iyi şeyler yazılacağını düşündü. Parça çalmaya devam ediyordu. Açtı sayfayı, yazmaya başladı:

 ‘‘Allah’ım beni affet. Dualarımı günlüğe yazıyorum, çünkü olabilirliğinin yükseleceğini düşünüyorum. Dua ve yazıyı, iki kutsalı birleştirdiğimde kendimi arınmış hissediyorum. – Vücudunda bir serinlik dolaştı- Sonsuzluk beni ürkütüyor Allah’ım. Ölüm ile birlikte ebediyete gidecek olmam, ruhumda yaralara sebep oluyor. Bu inanç zayıflığı değil. Ben aslında bir müridin bilinçaltıyım. Sonra Allah’ım, zaman kavramı hakkında söyleyeceklerim var. -irkildi, serinlik boynundan geçti- Zamanın önemsiz bir şey olduğunu, bir o kadar da önemli bir şey olduğunu trafik ışıklarından öğrendim. Trafik ışıkları tamlaması, yazıdaki ahengi bozdu, farkındayım ama bu önemli değil. Allah’ım, böyle şeyleri bir seninle konuşabiliyorum. Çünkü seninle konuşmak, cümlelerin yalansız, saf ve zararsız olmasını gerektiriyor. İnsanlarla konuşamıyorum. – Bekledi, beklemesi gerektiğini hissetti. Playlist, Çünkü Bir Tek Yol Var’ı çalıyordu.- Kâinatı şiir konusu edip kendini ve Allah’ı bulan şairlerin aksine, daha ziyade mutsuzluk duyuyordum. Çünkü onlar koşulsuz inanmıyor, bir şeyler, nedenler bulup inanmak istiyorlar. Belki de bu değildir, yanlış düşünüyorumdur. – Bekledi, gözlerini yukarı kaldırıp indirdi.- Beni en çok bitap düşüren şey, dini birkaç anlam yüklediğim olayların nihayete ermesiyle birlikte, yazgı ile hiç ilgisinin olmamasıydı. Şahsımca buna feleğin sillesi diyorum.
Allah’ım içimde ne varsa döktüm, koşulsuz inanıyorum.’’

Yorgun düştü, vücudu uyuması için sinyal veriyordu. Bilgisayarı kapattı, günlüğü kapattı. Şarkıyı kapattı. Yatağına geçti, kendisini uykuya teslim etti.

2017

Yorumlar

Popüler Yayınlar