Ölüm Gibi Bir Şey, Yaşamak


             


                                           

Büyük bir şehre sıkıştırmışlardı onu, ya da küçük bir odaya. Çok düşünürdü, susardı, yazardı sonra karanlığı. Başı karanlıkla belaya girmişti.

Artık ona göre kuşlar gökyüzünde uçmamalıydı. Mavi ve kuşlar, anlamını yitirmeliydi. Koşullandırmış mıydı kendini? Belki. Fakat burada yaşayan insanlar, olumlu olumsuz birtakım koşullandırmalara bağlanmak zorundaydı.

''Karanlığa sempati... Ah... Bir saniye. Hayır, yani olmaz… Ama kimse benim için susmuyordu! Gürültüyle savaş hâlindeyken ben, neden susmuyordunuz? Hep başkaları için konuştunuz. Belki kendiniz için konuşmak isteseydiniz, susmaktan başka bir seçenek kalmayacaktı. O yüzden mi başkalarını konuşmayı tercih ettiniz? Yorgunken ben, hem de çelişkiyle yakınken birbirimize, sussaydınız belki bir şeyler yolunda giderdi. Belki de sussaydınız, ailem eksikliğini tamamlardı. Ha? Olmaz mı? Olmaz. Evet. Ama susun!’’

Odanın aydınlanmasını istemiyordu. Duyguları, odanın içini aydınlatacak ışıktan uzaktaydı. Mutlu olmak, tekrar sağlığına kavuşmak gibi bir ümidi vardı yalnızca.  Fakat nedense, içi bir türlü ışığı açmaya el vermiyordu. Işığı açarsa eğer, aydınlanırsa aklı odayla beraber, birtakım sorunlar yaşayacağına inanıyordu.

‘‘Karanlığa bir karakter verip, sempati beslediğimden beridir, aydınlıktan hiçbir şekilde yararlanamaz oldum. Karanlık, bir kişi, konuştum onunla. Net olduğu kadar ürkütücüydü, fakat asıl olay da buradaydı: Ürkütücü tarafında. Ürkmek, bir boyun eğiş değildir, bazen sempatidir, hattâ bir bağlılıktır. Değer verdiğimiz şeylerden ürkeriz de örneğin, bunun farkında değilizdir.’’

Birdenbire saçlarının arasında bir karınca ordusunun geçtiğini hissetti. Kaşınmaya başladı. O ne kadar iç muhasebe yapıp aydınlığa çıkmak istese de bir şeyler engel oluyordu.  Bazen biyolojik bir hastalık durduruyordu planlarını, bazen psikolojik. Egzamaydı. Bunun yanında sürekli bir şeyleri hatırlıyordu. Hipertimeziydi.

Açacağım o ışığı, dedi, ama ya daha da umutsuz olursam? Kendimi ışıklı bir karanlığın içinde bulursam…  Kendime gelmeliyim, yoksa, yoksa nereye kadar böyle?  Hem bir şeyleri hatırlamaktan da bıktım. Tekrar tekrar hatırlamak, hatırlanılan şeyi ne kadar da anlamsızlaştırıyor. Derhal o ışığı açıp geleceğim hakkında kararlar almalıyım.
Kötü bir sona gidiyorum. Durdurmalıyım.

Işığı açmaya yönelirken, ikinci adımında bir kâğıda bastığını fark etti. Acaba ne yazdım bu kâğıda, dedi, ya da ne yazmadım, ya da ne yazıyor, fakat nasıl olur da düşer? Pencere açık, rüzgâr var. Ne yazdığımı bilmem için ışığı açmam gerekli. Umarım görüntü gürültüyü hatırlatmaz.

Kâğıdı aldı eğilerek. Her adımını hesap ederek ışığı açmak istedi. Bir. İki. Üç. Dört. Derken elleri plastik kaplamaya değdi. Işık açıldı. Perdelerin kapalı olmasından dolayı, ışık baş ağrıtıcı dereceydi. Perdeleri açtı hemen. Camdan yansımasını gördü. Bir süre bakındı. Aklına okuduğu bir romanda rastladığı cümle geldi:  ‘‘İnsan cama uzun süre bakınca hep böyle olur, mutlaka bir yüz görür. ‘’ Sonra, elindeki kâğıdı okudu:

‘Ölüm gibi bir şey, yaşamak’ yazıyordu. Bu ne şimdi, dedi. Cama baktı bir süre, kendini gördü sonra, yatakta uyuyordu.



iki bin on sekiz/aralık







Yorumlar

Popüler Yayınlar